Alaca`da Türk Katliamı
1.Köyün Coğrafyası
Alaca Köyü, Doğu Anadolu Bölgesi’nin Erzurum-Kars Bölümü içinde kalmaktadır. İdari yönden Erzurum`un Ilıca ilçesine bağlı olup, Ilıca’nın batısında yer almaktadır. Alaca Köyünün Ilıca ilçe merkezine uzaklığı 12 km., Erzurum`a uzaklığı ise 30 km. kadardır. Köy ulaşım yönünden elverişli bir konumda kurulmuştur. Köye hem kara hem de demiryolu ile ulaşmak mümkündür. Erzurum-Erzincan demiryolu yerleşmenin biraz güneyinden geçmektedir. Köy aynı zamanda Erzurum-Erzincan tarihi yolu üzerinde bulunur. Köyün rakımı 1780 metre civarındadır.
Alaca Köyü, Fırat’ın en önemli kollarından biri olan Karasu’nun Aşkale Depresyonu ile Erzurum ovası arasında açmış olduğu vadinin kuzey yamacında kurulmuştur. Yerleşmenin biraz kuzeyinde ise 1800-1900 m yükseltisinde gelişmiş olan Daphan Ovası uzanır.
Alaca Köyü ilk olarak bugün köyün yaklaşık olarak iki kilometre doğusunda bulunan ve Çiçekli istasyonu olarak bilinen ve halk arasında göller bölgesi olarak adlandırılan yerde kurulmuştur. Hangi nedenlerle buranın terk edildiği ve ne zaman şu anki yerine konuşlandırıldığına dair bir belge bulunmamaktadır. Yalnız Çiçekli`nin bulunduğu bölge daha sulak bir araziye sahiptir. Bu nedenle hem tarıma daha elverişli hem de depremde daha fazla hasarın gelebileceği bir konumdadır. Bu nedenlerden dolayı burası terk edilerek köyün bugünkü yerine gelinmiş olmalıdır.
Yörede şiddetli karasal iklim hüküm sürer. Kışları uzun, soğuk ve kar yağışlı, yazlar ise kısa ve serin geçer. Erzurum Meteoroloji istasyonu verilerine göre ise yıllık ortalama sıcaklık 5.9oC, yıllık ortalama yağış miktarı ise 447 mm. civarında seyreder. İklimin olumsuz şartlar arz etmesi bu yerleşmenin de sosyo-ekonomik yönden geri kalmasına yol açmıştır.
Yerleşme çevresinin bitki örtüsü antropojen steptir. Arazinin büyük bir kısmı kültür bitkilerine tahsis edilmiştir. Yalnızca verimsiz alanlarda meralarda ve akarsu boylarında yabani armut, kuşburnu, söğüt, geyik dikeni (aluç) gibi çalı ve ağaç türlerine rastlanılır. Sahanın bitki örtüsü bakımından fakir olması beşeri müdahalelerden kaynaklanmaktadır.
Bölge genelinde olduğu gibi Alaca köyündeki halkında en önemli geçim kaynağı hayvancılıktır. Köyde büyükbaş ve küçükbaş hayvancılığı yapılmaktadır. Bunun yanında, son yıllarda, yerleşmenin Erzurum şehrine yakınlığından dolayı kümes hayvancılığı da gelişmekte olan ekonomik faaliyetlerdendir.
Yöre halkının en önemli ekonomik faaliyetlerinden birisi de tarımdır. Tarım yapılabilecek arazinin mevcut olmasına rağmen olumsuz iklim şartları bu faaliyeti sınırlandırmaktadır. Köy arazinin özellikle Karasu vadisine rastlayan kısımlarında sulu tarım faaliyeti gerçekleştirilmekte, şekerpancarı, yonca, korunga, patates yetiştirilmektedir. Daphan ovasına rastlayan alanda ise kuru tarım yapılmaktadır. Fakat Kuzgun Barajı sulama tesislerinin faaliyete geçmesi ise buralarda sulu tarım alanı haline gelmiştir. Köyün diğer kesimleri ise mera olarak kullanılmaktadır.
2. Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar
Alaca Köyü’nü tarihe mal eden en önemli olaylar, I. Dünya Savaşı’nda yaşanan kara günlerde meydana gelmiştir. Artık Alaca Köyü Türk Ulusuna karşı düzenlenen bir soykırımın tanığı olarak tarih sahnesindeki yerini alacaktır. Çalışmamızın bu kısmında belgeler ve görgü tanıklarına dayanarak köyün 1. Dünya Savaşından itibaren yaşadığı bu süreci aktarmağa çalışacağız.
Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında I. Dünya savaşına girmesiyle, Anadolu’daki Türk varlığı büyük bir imtihanla da karşı karşıya kalmıştır. Fransız ihtilalinden sonra Osmanlı Devletinin değişik bölgelerinde bağımsızlık hareketleri birbiri ardınca takip etti. Bundan daha vahimi Anadolu üzerinde parçalama senaryoları da yazılmaya başlandı. Bu senaryoya göre; batılı güçlerce doğu vilayetlerinde bir Ermenistan’ın kurulması kararlaştırıldı.
Enver Paşa komutasındaki Türk ordusunun Sarıkamış mağlubiyetinden sonra doğu cephesinde sürekli bir gerileme başladı. Nihayet 16 Şubat 1916’da General Yudeniç komutasındaki Rus birlikleri Erzurum’u işgal ettiler . Şehirdeki birçok yaralı Ilıca ve Alaca üzerinden Erzincan’a sevk edildi. Bundan başka Rus işgalinden önce Erzurum’un birçok yerinde olduğu gibi Alaca’dan da sivil halkın bir kısmı muhacir olarak batıdaki illere gitmek zorunda kalmışlardı. Gidemeyenler de bu andan itibaren Rus tahakkümü altına girmişlerdi. 1916-1918 yılları arası Erzurum şehri çevresiyle beraber, Rusların ahaliye dokunulmayacağı talimatına rağmen hem Rus hem de Ermeni mezalimine maruz kaldı. Bu arada Ruslar 1916 yılında Alaca’nın da önünden geçen ve batıya rahatlıkla ulaşmalarını sağlayacak olan dar hattı inşa ettiler. Doğunun ilk demiryolları olan dar hat daha sonraları uyum sağlanamadığı için terkedilmiştir. Günümüzde kalıntılarına halen karşılaşılmaktadır.
Çarlık Rusya’sında Ekim ihtilalinin çıkması ile beraber bölge insanı eskisinden daha tehlikeli bir durum ile karşılaştı. Çünkü çekilen Rus askerlerinin yerini Ermeni Alayları alıyordu. Bölgede çoğunluğu ele geçirme ve kafalarındaki Türk’e karşı olan kini tatbik etmek isteyen Ermeniler aradıkları fırsatı bulmuştu. Erzincan’dan Kafkaslara kadar uzanan bölgede müthiş bir mezalim başladı. Türk askeri makamlarının Brest Litovsk görüşmelerinin sonucunu bekleyecek zamanları kalmamıştı. Bölgeden acı feryatlar yükseliyordu. Bundan dolayı Kazım Karabekir komutasındaki I. Kafkas Kolordusu Erzincan doğrultusunda harekâta başladı.
Rus kuvvetlerinin çekilmesi ile beraber bölgede hayali Ermenistan Devletini kuramayacaklarını anlayan Ermeni çeteleri kaçış yolu üzerlerindeki Türk köylerini, kasabalarını, illerini yakıp yıkıyor, insanlarını dünyada emsali görülmeyen işkence yöntemleri ile vahşice katlediyorlardı.
Türk birlikleri ilerlemelerinde oldukça acele ediyorlardı. Bunda Erzurum ve civarında bulunan 7000 Ermeni’nin öncelikle Karasu varisindeki Karabıyık, Tazegül, Cinis, Alaca, Poçik, Ağaver, Ilıca’dan gerçekleştirdikleri katliamlarla ilgili haberlerin yoğunluğu neden olmaktaydı.
4 Mart günü Erzincan’dan ayrılarak Sansa Boğazı yoluyla Mama Hatun’a, 7 Martta Haydari Boğazına varan K.Kazım Karabekir Paşa şehirdeki Ermenilere bir mektup gönderdi. Mektupta:
“Rusya Cumhuriyeti ile sulh akdedildi. Ruslar bu sulh muahede namesi mucibince (12) 93 Seferi’nde ellerine geçene arazimiz dahi dâhil olmak üzere tekmil memâlikimizi tahliyeyi taahhüt ettiler ve ekser aksamını tahliye ederek çekildiler. Diğer cihetten birçok kıtaatımız Batum`a çıkmaktadır. Bunlar, Kars’a doğru yürüyeceklerdir. Biz Rusların esirlerini, Ruslar da bizim esirlerimizi iadeye başladık. İlk esir kafilesini birbirimize verdik. Rusların tahliye ettiği araziyi teslim almak üzere Kolordularımız Erzurum civarında toplandı. Bu hareketimiz esnasında karşımıza çıkacak her silâhlı pek tabii asi telâkki edilecek ve hakkında kanunun emrettiği en ağır ceza tatbik edilecektir. Erzurum’da medeniyet ve insaniyete külliyen muhalif olan harekâtı icradan vazgeçerek nihayet 9 Mart (I) 334 akşamına kadar Erzurum’u ve sonra da tekmil arazimizi terk ile Kafkasya dâhiline çekilmenizi ihtar ediyorum. Bu ihtarıma tevfik-i hareket etmediğiniz takdirde dökülecek kanların pek ağır olacak olan mesuliyeti tamamı ile size râci olacaktır.”
Ermeniler geri çekileceklerini fakat bu bölgede de hiç bir Türk’ü sağ bırakmayacaklarını ifade ediyorlardı. Onların bu insanlık dışı davranışlarından Ruslar bile rahatsızlık duyuyordu. Gerçektende Ermeniler dedikleri gibi yapıyor, Türk insanına karşı bir soykırım uygulaması gerçekleştiriyorlardı. Kadın, çocuk, ihtiyar, genç demeden insanlar katlediliyordu.
Ordu Karargâh, 9 Mart’da, Tazegül-Ilıca arasındaki Alaca Köyü’ne taşındı. Köy kısa bir müddet I.Kafkas Kolordusu komutanının karargâhı oldu. Ancak bu köyde gerçekleştirilen Ermeni vahşeti karşısında Kazım Karabekir Paşa oldukça üzülmüştü. 1.Kafkas Kolordusu Komutanı bu acıklı sahneyi hatıratında şöyle anlatmaktadır:
“10 Mart sabahı erkenden ordudan gelen şifre canımı sıktı. Teklifim kabul olunmuyordu. Vaziyeti yakından görüp kati bir karar vermek için karargâhımı Tazegül’den Alaca Köyüne naklettim Erzurum şehrini ve tahkimatını görebilecek bir tasarrut mevkiini bu köyün şimali şarki sırtlarında buldum. Burası şehre 25 km. mesafede idi. Ermeni kıtalarının işgal ettiği mevzilere de 10 km. yaklaşmıştım. Tasarrut mevkiine hareketimden önce, köyü dolaştım. Facianın en müthişi burada idi. Süngülenmiş veya takılmış cesetlerin başındaki ağlaşma ve bağrışmalar insanın tüylerini ürpertiyordu. Süngülenmiş memedeki çocuklar kucağına almış bazı analar saçlarını yoluyorlardı. Sanıyorum ki, yeryüzünde bu kadar feci bir sahneyi gören gözler pek mahdûddur. Biz bu kanlı manzaranın karşısında elem duymuş insanlardanız. İnsanların iyi duygulardan mahrum kalınca, hayvanlardan daha vahşi bir mahlûk olabileceklerini ibretle seyrettik. Burada, sağ kalanlara birer gümüş mecidiye dağıttırdım ve aynı nasihatleri verdim, tesliye ettim. Karargâhımla birkaç gece köylerinde kalacağımı, fakat köylünün benim misafirim olarak iaşe edilebileceğini söyledim.”
Burada Kazım Karabekir, III. Ordu Komutanı Vehip Paşa ile temas kurdu ve Erzurum’un kurtuluşu için yapacağı planların uygunluğunu görmek için, Erzurum’a göre köyün kuzeydoğusundaki tepede çalışmalarda bulundu. Bilindiği gibi 12 Mart 1918’de de şehir Ermeni zulmünden kurtarıldı.
Alaca’da büyük bir katliamın yapıldığını kanıtlayan diğer belgeler de şunlardır:
1-Üçüncü Ordu Kumandanlığının 12 Mart 1918 tarihli rapor hülasası: “Karargâhını Erzurum’un 28 km. garbında bir köyde tesis eden bir kumandanımızın bu köyde şahit olduğu Ermeni mezalimine dair vermiş olduğu rapordan hülasa: 12.3.34
“Ermeniler bu köyde ele geçirdikleri 278 İslami hanelerine kapayarak, cümlesini itlaf etmişlerdir. Ayrıca kırk iki Müslüman, hanelerinde pek ağır mecruh olarak bulundu. Irzlarına tecavüz edildikten sonra itlaf edilen kadınların, ciğerleri duvarlara asılmış genç kızların karınları deşilmiş ve vücutlarına benzin dökülerek ihrak edilmiş birçok çocuk ve erkekler bulunmuştur.
2-Osmanlı Orduyu Hümayunu Başkumandanlığı Vekâleti tarafından Milli Ajansa gönderilen 12 Mart 1918 tarihli yazı:
“Ermeniler bu köyde ele geçirdikleri 278 İslami evlerine kapatarak, cümlesini itlaf etmişler, ayrıca kırk iki İslam yine hanelerinde pek ağır mecruh bulunmuştur. İtlaf edilenler arasında ırzlarına tecavüz edildikten sonra öldürülerek ciğerleri duvarlara asılmış genç kızlar, karınları deşilmiş hamile kadınlar, beyinleri akıtılmış ve vücutlarına benzin dökülerek ihrak edilmiş çocuk ve erkekler bulunmuştur.”
3-Rus Yarbayı Tverdo Khlebof’un “Hatıra” Eserinden:
“Alaca menzil kumandanlığı müteahhidi olan bir Ermeni, 27 Şubatta Alaca’da yapılan vahşet hakkında bizzat şöyle hikâye etti:
“Ermeniler bir Türk karısını duvara çivilemişler, sonra kalbini çıkarıp üstüne asmışlar”
4-Birinci Kafkas Kolordusu Kumandanı Kazım Karabekir’in Ermenilerin Alaca’daki vahşetini Üçüncü Ordu Kumandanlığı’na bildirilen 10 Mart 1918 tarihli raporu:
“Üçüncü Ordu Kumandanlığına
Kolordu Karargâhının Alaca’ya vusulünde Ermenilerin elinden kaçarak kurtulabilen kırk sekiz nüfustan maada, iki odaya doldurularak itlafa teşebbüs eyledikleri ahali-i İslamiye den iki yüz yetmiş sekizini şehit ve kırk ikisini ekserisi ağır olmak üzere mecruh buldum. Mecruhinin tedavi ve istirahatlarına çalışılmaktadır. İki yüz yetmiş sekiz şehit kümesi içerisinde ırzlarına tecavüzden sonra ciğerleri duvarlara asılmış genç kızlar, karınları deşilmiş hamile kadınlar, beyinleri süngülenmiş veya vücutlarına benzin dökülerek ihrak edilmiş çocuk ve erkeklerin hasıl ettiği pek hazin levha ile İkinci Kolordudan gelirken Arapgir ve Eğin’de üç dört bin Ermeni’nin kısmen ihtida perdesi arkasında büyük bir hürriyet ve musavat-ı tamme ile mesrurane bir hayat geçirmekte olduklarını tahatturla, gördüğüm bu iki hadise arasındaki tezat ve mübayenetten mütevellit ye’s ve teessürünü hak-i pay-i kumandanilerine bu zavallı şehitlerin başucunda arz etmeğe bir mecburiyet-i deruniye hisseylediğim maruzdur.
1.Kolordu Kafkas Kumandanı
Harekât 397
Kazım Karabekir
5–25 Eylül 1919`da Erzurum`a Gelen Amerika Birleşik Devletleri Temsilcisi General Harbord`a 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Tarafından Verilen Rapor:
10 Mart`ta hazırlığımız bitti. Kolordu Karargâhını Alaca Köyünde kurdum.
Karargâhımın bulunduğu Alaca Köyünde, cenazeler insanın aklını oynatacak bir halde idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar samanlıklara doldurulup yakılmış. Gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğer ve kalpler görülüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler, Erzurum`a atılmaya ve oradaki zavallılara yardıma bizi mahkûm etmişti.
6-Erzurum Vilayetinde Vuku Bulan Ermeni Mezalimi Tahkik Heyetinin Raporu:
12.6.918 günü saat 9 da Nurşin köyünden hareketle saat 17 de Alaca Köyüne geldik.
Alaca Köyü ay biçiminde etrafını çevreleyen yüksek bir tepenin, ortasında bulunan bir düzlükte idi. Önü ise Erzurum Ovasına müteveccihti. Ermeniler köy halkının bir kısmını evlerinde çoğun da iki samanlıkta diri diri yakmışlardı. 150 haneden 118`ini, camini, medresesini yakıp yıkmışlar. Erzak, eşya ve hayvanlarını da alıp götürmüşlerdi. Bililtizam sağ bıraktıkları en büyüğü 10 yaşında 20 çocuktan bazılarının bir gözünü çıkarmışlar bazısının da, dudaklarını, burunlarını, kulaklarını ve yanaklarını doğramışlar, kimisinin de kol ve bacaklarını budamışlardı.
Bu köy halkından Kürtoğullarından 60 yaşlarında İsmail ve Nuh oğullarından 18 yaşında Sait, 17 yaşında Taştan, Ebuoğullarından Hasan oğlu Halil, Aşık Oğullarından Mehmet Oğlu 17 Yaşında Şerif, Köy Ağalarından Selim Bey ile 5 kadın, yukarıda zikrettiğim 20 sakat çocuk, sağ olarak kalmışlardır. Bunlardan, Sait, Taştan ve Halil arabaları ile Ermenilerim gasp ettikleri erzak ve eşyanın bir kısmını Erzurum`a götürmüşler, Erzurum`da komiteler bunları katletmek istedikleri halde, Kunduracı diğer bir Ermeni bu gençleri ellerinden kurtarmıştır. Bu kurtuluşu Taştan şöyle anlattı;
— Şubatın 4`üncü günü Trabzon cihetinden köyümüze birçok Ermeni geldi. Aç kurtlar gibi evlere hücum ettiler. Bunların kadınları da omuzlarında çaprazlama ikişer dizi, bellerinde ise birer fişeklik takmışlar, bombalar ve rovelverlerle silahlanmışlardı. Evlere cebren girip bu Ermeniler köylülerin paralarını, kıymetli eşyalarını, tavuklara varana kadar hayvanlarını ve erzaklarını arabalara yükleyip götürüyorlardı. Bizim arabaya da bunlar erzak yükledi ve güya arabamızı geri getirmek için benimle kardeşim Sait ve köyümüzden Halil`i birlikte Ilıca’ya götürdüler. Ilıca’ya varınca, arabamıza Ermeni kadınları bindi. Onları da Erzurum`a kadar götürdük.
Erzurum`un Keçiler pınarına vardığımızda Ermeniler her üçümüzün kolunu bağlayıp, oradaki Ermenilere teslim ettiler. Bunlarda bizi Erzurum istasyonuna götürüp orada kunduracılık yapan diğer bir Ermeni teslim edip gittiler.
Bu Ermeni iplerimizi çözerken köyümüzü ve kümün nesi olduğumuzu soruyordu. Alaca Köyünden Kürt Oğullarından olduğumuzu söyledik. Kendisinin Göğnüklü olduğunu bildiren Ermeni bize,
-"Ermenilerin kudurduğunu, Müslümanları kestiklerini işitmediniz mi? onlarla buraya kadar nasıl oldu da geldiniz. Yine Allah`a şükredin ki sizi bize sağ teslim ettiler" dedi.
Bizde, ne suretle getirildiğimizi anlattık. Bu suretle hasbi hal ettikten sonra, kulübeye doğru eşkıyalar gibi, silahlanmış 20 kadar Ermeni geldi.
Bunlar birbirlerine nişancılıkta ki maharetlerini methediyorlardı. Birisi bu vakte kadar, boşa bir kurşun sarf etmediğini, diğeri de havaya atılan meteliği vurduğunu anlatıp iddialaşırken, içlerinden biri bizi gösterdi.
— İşte size üç hedef, dışarı çıkaralım. 100 metre mesafeye dikelim, eğer sağ gözlerini bebeklerinden vuramazsam yüzüme tükürün dedi. Diğerleri bu teklifi muvafık bulduklarından bize,
—Haydi, ulan dışarı! Dediler. Böyle şey olacağına ihtimal vermediğimizden, biz üçümüz gülüşüyorduk. Ermeniler bu halimize hiddet ederek üzerimize yürüdüler. Dipçikle vurarak üçümüzü dışarı çıkarıyorlardı ki, kunduracı yerinden fırladı ve Ermenilere
—Ne yapacağınızı fark edemiyorsunuz galiba. Bu adamları kumandanlık vazife ile buraya gönderdi. Biraz sonra aldıracaklar. Başımı belaya sokmak mı istiyorsunuz? Bırakın şunları diyerek bizleri ellerinden kurtardı. Ermenilerde kunduracıya küfür ede uzaklaştılar. Biraz sonra kulübeye diğer bir Ermeni geldi. Bu Ermeni’yi ben şahsen tanıyordum. Kan köylüsü idi. Kunduracı buna:
—Bizimkiler bu zavallıların arabalarına, erzaklarını ailelerini yüklemişler. Bu karda kıyamette ta Alaca köyünden buraya getirtmişler. Arabalarını öküzlerini ellerinden almışlar, kendilerini de bağlayıp buraya getirdiler. Demin buraya Sitavuk köylü Çakaloğlu Korlik, İşhanoğlu Nişan çeteleri efradıyla gelmişlerdi, bunları çıkarıp nişancılıktaki maharetleri tecrübe etmek istediler. Çocukları güç halle ellerinden kurtardım. Rica ederim bu çocuklara asker elbisesi giydirin de, Erzurum`a götürüp teslim edelim. Diye adeta yalvardı. Bunun üzerine (Kanlı) ermeni alelacele asker elbisesi giyindi, fişekliğini kuşandı. Silahını alarak Kunduracı ile bizi önlerini kattılar. Güya, mahfuzlu götürüyorlarmış gibi, süngü takılı ve tüfekler elde hazır vaziyette bizi Erzurum`a götürdüler..."
Alaca gerçekten Erzurum köyleri arasında en çok Ermenilerce tahribata ve insanca kayba uğratılmış köylerdendi. Yukarda verdiğimiz belgeler yapılan katliamı bütün boyutları ile ortaya koymaktadır. Belgelerin yanı sıra o günleri yaşayan canlı tanıklar da bulunuyordu Bu faciadan kurtulabilenler arasında İsmail Usta da vardı. Belgelere ve onun verdiği bilgilere göre yapılan iki kazıda 278 insana ait kalıntılar bulunmuş ve kamuoyuna basın yayın araçları ile duyurulmuştur. Olaya tanıklık eden insanların ifadeleriyle, Ermeniler onları sadece yakmakla kalmamış, ciğerlerini sökerek duvarlara asmışlar, hamile kadınların da karınlarını deşmişlerdir.
İlk kazı Prof. Dr. Enver Konukçu ve Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut tarafından 5 Mayıs 1986 tarihinde 2 oda mezarda gerçekleştirilmiştir. Bu ilk kazıda 150’den fazla insan iskeletine karşılaşılmıştır. Bulunan kemikler içersinde çocuklara ait olanlar çoğunluktaydı. Mezarlarda üst üste yığılı iskeletlerin yüksekliği iki üç metre idi. İskeletler arasında henüz çürümemiş giysi parçaları, süs eşyaları, muskalar ve bir Kur’an-ı Kerim yer almaktaydı.
İkinci kazı Temmuz 1986’da Prof. Dr. Cevat Başaran tarafından bir başka oda mezarda gerçekleştirilmiştir. Burada da 130 civarında insan iskeleti, dağınık Kur’an-ı Kerim sayfaları, genç kızları ait örgülü saç parçaları, bakır tel bilezik ve yüzükler, muskalar üzerinde “yadigâr” yazılı akik taşı kolye ve boncuklar, mermi çekirdek ve kovanları ile ağızlıklar, giysi parçaları ele geçirilmiştir
Alaca katliamını yaşayan canlı tanıklar belgeleri ve bulguları teyit etmektedirler. Prof. Dr. D.A. Akbulut, olayı yaşayanlarla yaptığı mülakatla ilgili olarak şu bilgileri vermektedir;
“Alaca katliamının tanıklarından biri aynı köyden İsmail (Gürcan) Usta`dır. Katliam yapıldığı sıra 7–8 yaşlarında bulunan İsmail Usta, aldığı süngü yarasından ilahi hikmetle kurtulabilmişti.
Bu hadisenin iki tanığı da vardır. Bunlar Alaca Köyünden olmayıp, Alaca’ya 3–4 km. uzaklıktaki Evreni (Atlıkonak) Köyünden 1321 (1905) doğumlu Fazıl Yıldırım ve kardeşi 1325 (1909) doğumlu Asım Yıldırım’dır. Bu iki şahsın tanıklığına göre, Ermenilerin çevre köylerde katliam yaptıkları duyulunca, Alaca ahalisi Evreni’ye giderek bu köyde bir hafta kadar misafir kalmışlar. Fakat yerli Ermeniler onlara haber göndererek, köylerine dönmelerini istemişler ve kendilerine zarar verilmeyeceğini temin etmişler. Bunun üzerine çoğu yaşlı, kadın ve çocuk olan Alacalılar da köylerine dönmüşler. Bir kaç gün sonra Alaca’dan silah sesleri gelmeğe, insan bağırtıları duyulmaya başlamış. Bunu yangınlar takip etmiş. Bütün bunlara Evrenililer şahit olmuş. İki gün sonra Türk askeri Alaca’ya gelmiş bunun üzerine Evreni Köyünden bazı kişiler Alaca’ya koşmuş. Bunlar arasında Fazıl Yıldırım da bulunuyormuş. Fazıl Yıldırım olayı anlatırken diyor ki: İki gün boyunca tüyler ürpertici sesler, bağırmalar, ağlamalar duyduk. Alaca’da evler yanıyordu ve biz bunu karşıdan görebiliyorduk. Boru seslerini işitince Türk ordusunun geldiğini anladık. Ben o sırada 16–17 yaşlarında idim. Hava soğut her taraf karla kaplı olmasına rağmen Alaca’ya gittim ve Ermeni mezalimini gözlerimle gördüm.”
Katliamın canlı şahidi olan İsmail Usta, Alaca Şehitliğinin açılışında katliamla ilgili şu bilgileri vermektedir;
"Ermenilerin karargâhı buradaydı, silah depoları da burada bulunuyordu. Bizleri topladılar ve bir eve yerleştirdiler. Önce arkamızdan ateş ettiler, daha sonra da yere düşenleri hem kurşunlayıp, hem de süngülediler. Ben annemle birlikte bağlanmıştım. Atılan kurşunlar anneme isabet etti ve annem öldü. Ben ise iki süngü yarası aldım. Daha sonra sabah Türk askeri geldi. Ermeniler hep kaçmışlardı. Bize seslendiler( sağ olan var mı?) diye. Bizi alıp yaralarımızı sardılar. Bu arada 3–4 Türk daha öldü. Asıl acı olay köyün diğer kısımlarında idi. Türkleri Ermeniler ayaklarından duvarlara asmış, çivilemiş ve karınlarını yarmışlardı. Ciğerleri dışarı çıkmıştı. Bazı insanları mal gibi boğazlamış, kadın, erkek, genç, yaşlı demeden tüm köyü katletmişlerdi".
Murat Sertoğlu, 17 Eylül 1982 tarihli Tercüman Gazetesinde İsmail Gürcan ile Ermenilerin Alaca Katliamı ile ilgili yaptığı mülakatta şunları ifade etmektedir:
“Daha öncede belirtmiş olduğumum gibi Doğu Anadolu’nun ünlü insan kasabı General Antranik ve hempalarının yüzlerce vahşetinden sadece üçünü anlatmakla yetineceğim. İlk sırayı da, bugün Erzurum’da hattatlık yaparak geçinen 76 yaşında ki Alacaköylü İsmail Gürcan’a ayırıyorum. Söz onun:
Köyümüz, Erzurum merkezine bağlı Erzurum’un iki kilometre kadar batsısındaydı. Tam, yüzde yüz bir Türk köyü idi. Burada tek Ermeni ailesi bile yoktu.
Ruslar Erzurum ve çevresini işgal ettikten sonra, köyümüzde bazı ambarlar ve cephanelikler meydana getirdiler. Ambarları çeşitli silahlar ve askeri eşya ile doldurdular.
Pek güzel tahmin edileceği gibi, köyde eli silah tutacak çağda erkek nüfus kalmamış olduğu gibi, evlerde de silah namına çakı bile bırakmamıştı.
Eli silah tutabilecek çağdaki bütün erkekler, zaten seferberliğin ilan edilmesi ile beraber silâhaltına alınarak ayrılmış bulunuyorlardı. Ruslar köyümüzü ele geçirince bir tarama daha yaparak arta kalan orta yaşlı erkeklerle yeni palazlanmaya başlamış bulunan delikanlıları da toplamışlar ve bunları Rusya’nın içlerinde ki esir kaplarına göndermişlerdi. Böylece köyümüzde sadece yaşlı erkeklerle kadınlar ve biz küçük çocuklar kalmıştık.
Bir gün baktık, köye Ermeni askerleri geldi. Bunlar General Antranik’in adamları idiler. Ruslar, cephanelikleri ve silah ambarlarını onlara teslim ederek çekip gittiler. Mevsim kıştı. Şubat ayının yarısında idik. Her yer karla kaplı bulunuyordu. Dışarıda müthiş bir soğuk vardı. Bir anda köye hâkim oluveren Ermeniler, hem sevinçli, hem de telaşlı görünüyorlardı. Her hallerinden bizler için hiç de hoş olmayan şeyler hazırlamakta olduklarını sezinliyorduk.
Ve tabii korkuyorduk. Bunun sebebi de henüz çocuk olduğumuz halde büyüklerimiz konuşurlarken kulağımıza zaman zaman çalınan bazı acı ve korkunç şeylerdi. Rus işgali iki yılı dolduruyordu. Bu zaman içinde Rusların bir çeşit cellât hizmetinde kullandıkları Ermenilerin birçok Türk köyünü bastıklarını, yaktıklarını, pek çok Türk’ü de gaddarca öldürdüklerini duymuştuk. Acaba bizim köye de mi böyle kötü bir düşünce ile gelmişlerdi?
Tek umudumuz son derece fukara düşmüş bulunmamızdı. Ermeniler de bunu pek güzel biliyorlardı. Soyulacak tek ev kalmamıştı. Kadınlarımız son yüzük ve bileziklerini yiyecek bir şeyler alabilmek için çoktan Erzurum’un Ermeni kuyumcularına yok pahasına satmış bulunuyorlardı. Ermeni askerleri bu durumda evlerimizi boş yere neden basıp arasınlar, bize işkence yapsınlar diye düşünüyorduk.
Bunun için de, köyü sardıkları ve bütün çıkış yollarını kestikleri vakit bir mana veremedik. Neden yapıyorlardı bunu? Hem bu havada kim ve nereye gidebilirdi ki?
Bundan sonra ev eve kapılarımızı çalmağa başladılar. Yaşlarına bakmadan bütün erkekleri topluyorlardı. İhtiyarları ve delikanlılık yolunda bulunan bütün erkekleri….
İleri sürdükleri bahane, karların kapamış bulunduğu yolların açılması idi. Erkekler yaşlı olsun, genç olsun çalıştırılacaklardı. Bunlar dipçiklerin tehdidi altında zorla götürülürlerken, sözde yolda kaçmasınlar diye ikişer ikişer kollarından bağlanıyorlardı.
Eskiden Erzurum erkeklerinin bir adetleri vardı. Başlarına giydikleri fes veya külahlarının üzerine birer ince sarık sararlardı. İşte götürülenlerin kollarını bağlamak için şimdi bu sarıkları kullanıyorlardı. Aynı zamanda evde kalanlara sıkı sıkı tembihte de bulunuyorlardı. Hiç kimse, hiçbir sebep ve bahane ile evinden çıkamayacaktı.
Kısacası, köyce evlerimize hapsedilmiş bulunuyorduk. Son erkeleri de yanlarından alınan her ev bir matem haneye dönmüş, bulunuyordu. Ağlaşmaktan başka elimizden bir şey gelmiyordu.
Çok geçmeden karanlık bastı. Bütün evlerin perdeleri kapalı olduğundan, ortalık zindana döndü. Uyumak kimin aklının ucundan geçiyordu? Hepimiz aç olduğumuz halde kim ağzına bir lokma ekmek atmayı düşünüyordu?
Derken birdenbire karanlıklar içinden silah sesleri duyulmaya başladı.
Ne oluyordu acaba?
Köye aç kurt sürüleri saldırmıştı da, bunlara mı ateş ediliyordu?
Böyle düşünmekle, kendimizi aldatmaya çalışıyorduk ama henüz ancak on- on iki yaşlarında bir çocuk olduğum halde korkunç gerçeği anlar gibi olmuştum. Artık biliyordum ki vahşi, yırtıcı aç kurtlar köyümüzün dışında, değil içinde idiler.
Anacığım beni bağrına basmış, durmadan Kur’an okuyordu. Silah sesleri ise hiç ama hiç kesilmek bilmiyordu.
Derken sokakta yine bir takım sesler duyulmaya başladı. Ev kapılarının şiddetli şiddetli vurulmakta olduğunu ve bunu “Açın!” emirlerinin takip ettiğini duyuyorduk.
Yine ne oluyordu? Kurtlar daha ne arıyorlardı?
Bizim evin kapısın da şiddetle vuruldu. Hemen açmayacak olursak kıracaklarını ve açmadığımız için bizi öldüreceklerini söylüyorlardı.
İster istemez kapıyı açtık. Dışarıda şafak söküyordu. İki kişi içeri dalarak önce bütün evi aradılar. Sonra da bize:
“haydi, sizi de götüreceğiz, hazır olun! Dediler.
Anacığım:
“Nereye götürüyorsunuz be Allah’tan korkmazlar ?” diye sorarak direnecek gibi oldu. Biri çirkin çirkin sırıttı.:
“Erkeklerinizin yanına kar temizlemeğe !”
Öbürü ise elinde tutmakta olduğu kim bilir kime ait bulunan bir ince sarık tülbendi ile anamla benim kollarımızı sıkı sıkı bağladı. Sonra da bizi kaba bir hareketle iterek evden dışarıya çıkardılar.
Dışarıda tıpkı bizler gibi kollarından birbirine bağlanmış bir sürü kadın ve çocuk görünüyordu.
Bazı genç anneler ise yürüyemeyecek yaşlarda veya kundaktaki bebeklerini kucaklarına almış bulunuyorlardı.
Onlar bizi ikişer ikişer sıraya dizip yola sürerlerken ilk defa beni anama bağlamış bulunan tülbendin kanlı olduğunu fark ederek acı gerçeği anladım. Bizden önce alıp götürdükleri babalarımızı, ağabeylerimizi, amca ve dayılarımızı, dedelerimizi hep alçakça şehit etmişlerdi. Şimdi sıra bize gelmişti. Ama neden bu kadar acele ediyorlardı? Bunun sebebi ne olabilirdi?
Belki inanmazsınız ama yemin ederim ki içimde korkunun zerresi yoktu. Sadece cefakâr anacığımın da aynı akıbete uğrayacağını anladığım için pek büyük bir üzüntü duyuyordum o kadar.
Kafilemiz düşe kalka ilerledikçe daha da kalabalıklaşıyordu. Ara sıra bazı evlerden akseden silah sesleri ve boğuk çığlıklar duyuyorduk. Sonradan bunların yürüyemeyecek kadar yaşlı veya hasta olan zavallılara işlerini bitirmek için sıkılmış kurşunlar olduğunu öğrendim
Köy meydanına getirildiğimiz zaman ortalık hayli aydınlanmış bulunuyordu. Artık her şeyi apaçık görüyordum. Bizleri yan yana dizmişlerdi. On adım kadar ötede ise, Ermeni askerleri silahlarını bizlere doğru çevirmişler, ancak avlarını yakalamış vahşi kurtların çıkacakları sesler gibi sesler çıkararak ateş etmeye koyulmuşlardır.
Köyün arka taraflarından ise kara dumanlar yükseliyordu. Bundan köyümüzü aynı zamanda yakmakta oldukları anlaşılıyordu.
Türk kadınları lanetler savuruyor, bazıları yüksek sesle Kelime-i Şahadet getiriyorlardı. Masum çocukların acı çığlıkları bugün bile zaman zaman kulaklarımda çınlar. Her silah kurşununu kusar kusmaz, kadın ve çocukların ikişer yere düştüklerini, az sonra da bembeyaz karların kırmızı şehit kanları ile boyandığını görüyordum. İşte şimdi bana ve anacığıma karşı da namlular çevrilmişti. Namluların ölüm kusan kapkara gözbebeklerini görüyordum. Son olarak bana sarılan anacığımın sesini duyabildim.
—Kelime-i Şahadet getir oğlum!
Berberce Kelime-i Şahadet getirirken, tüfekler ateş kusmağa başladılar. İkimiz birden karların üzerine yuvarlandık.
Şuurum olduğu gibi yerinde idi. Yere düşmüştük ama hiçbir acı hissetmiyordum.
Ölmüş mü idim? Ölüm meleği insanoğlunu böyle hiç incitmeden, canını yakmadan mı alıp götürüyordu?
Tüfek sesleri, haykırışlar sürüp gidiyordu. Koluna bağlı bulunduğum annem ise hiç kıpırdamıyordu. Ben de onun gibi adeta nefes almaktan bile korkarak öylece hareketsiz yatıyordum. Bize ateş edenler şimdi başka zavallılara dönmüş bulunuyorlardı. Ama ben hala bir acı duymadığıma ve nefes alabildiğime göre, ölmüş olamazdım. Bana sıkılan kurşunlar herhalde hedeflerini bulamamış olacaklardı.
Yavaş yavaş buna inanmaya başlamıştım. Aynı şekilde yanı başımda yatmakta olan anacığım da belki hayatta idi! Nasılsa bana değmemiş bulunan kurşunlar, belki ona da değmemişti.
Derken yeniden bazı feryatlar ve iniltiler duyarak ne olduğunu anlamak üzere gözlerimi açtım. Açtım ve o anda daha büyük bir dehşet karşısında kaldım.
Az önce bizleri kurşuna dizen Ermeni askerleri, tüfeklerine süngülerini takmışlar, yerlere serilmiş bulunan kurbanlarını sıra ile süngülüyorlardı. Böylece yedikleri kurşunlarla ölmemiş olanların işlerini kesin bir biçimde tamamlamak yolunu tutmuş bulunuyorlardı. Feryat ve iniltiler bunlardan geliyordu.
Kurşun yağmuruna tutulduğumuz, kurşuna dizildiğimiz zaman nasılsa ölmemiş bulunduğuma sevinir gibi olmuştum. Şimdi ise beni hayatta bırakan rastlantıya lanetler yağdırıyorum.
Sanki bana sıkılan kurşunlardan biri can alacak, beni hemen öldürecek bir yerime saplansa idi ne olurdu? O zaman çoktan ölürdüm. Bu sayede de az sonra vücuduma saplanacak süngülerin acısını duymazdım.
Aynı zamanda ilk defa anacığımın da yemiş olduğu kurşunlarla ölmüş olmasını diledim. Böylece o da süngülenirken artık acı duymazdı.
General Antranik’in insafsız köpekleri şimdi işlerini görürken daha da acele ediyorlardı. Meydanın bir yanına da atlar getirilmişti. Anladığım kadarı ile bizleri olduğu gibi yok ettikten sonra yakmış oldukları ve alev alev yanmakta olan köyümüzden hemen uzaklaşmaya kararlı idiler.
Nereye gideceklerdi? Erzurum’a mı dönecekler, yoksa başka bir Türk köyüne mi saldıracaklardı? Tabii burasını bilemezdim. İşte canavarlar yanı başımıza gelmişlerdi. Önce az ötede birbirlerine kollarından bağlı oldukları halde yatmakta olan iki kadıncağıza kanlı süngülerini acele acele ikişer defa daldırdılar.
Kadınların her ikisi de çoktan can vermiş olacaklardı ki, hiç ses çıkarmadılar. Bunun arkasından bizim başımıza geldiler. Ben yeniden gözlerimi sıkı sıkı yummuş bulunuyordum.
İşte bizi de acele ile süngülüyorlardı. Göğsümün üst tarafı ile ayağıma soğuk demirin girdiğini ve çıktığını hissettim. Büyük bir acı duyacağımı umuyordum. Fakat hiçbir acı duymadım. Sonradan bunun vücudumun yarı yarıya donmuş ve hissini kaybetmiş olmasından ileri gelmiş bulunduğunu anladım.
Anacığım da tertemiz ruhunu çoktan Allah’ına teslim ettiği için en ufak bir harekette bulunmadı.
Bizi süngüleyenler yanımızdan ayrılmışlar, atlara doğru uzaklaşmışlardı.
Ben nasıl olup da hala ölmemiş bulunduğuma şaşıp duruyordum. Boşta olan elimi sezdirmeden omzumda ki yaraya doğru götürerek bastırdım. O anda da Ermeni askerlerinin atlarına atladıkları gibi hızla ortadan kaybolmakta olduklarını gördüm.
Bu, görüp fark edebildiğim son şey oldu. Öylece bayılıp kalmışım.
Kendime geldiğim zaman kapalı ve sıcak bir yerde bulunuyordum. Bazı kimseler yarı donmuş vücudumu ovalıyor, omzumda ki ve ayağımdaki yaraları sarıyorlardı. İlk defa yaralarımın sızladığını hissettim.
Nerede idim / Ne olmuştu? Bunlar kimlerdi?
Hafızam yavaş yavaş yerine gelmeğe başlamış bunuyordu. Aynı anda dehşetle yanımdakilere baktım.
Yok, hayır, bunlar korktuğum gibi Ermeni değil, Türk askerleri idiler. Başlarında kalpakları vardı ve Türkçe konuşuyorlardı.
Sonradan her şeyi örgendim. Bu insanlık dışı Ermeniler kaçıp gittikten iki saat sonra, Türk birliklerinin öncüleri köyümüze ulaşmışlar ve bizleri bu durumda bulmuşlar…”
Bunlardan başka J. McCarthy da belgelere dayanarak Alaca Köyündeki mezalimi ortaya koymuştur.
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren köyde bu mezalimi simgeleyen bir anıtı açarak, yapılan soykırım vahşetini ebedileştirmiştir. 9.7.1986 tarihinde anıtı açış konuşmasında Kenan Evren şunları ifade etmiştir:
"Türk Milletinin tarihine bakacak olursak, ta Orta Asya`dan beri çeşitli ülkeleri dolaşa dolaşa Anadolu topraklarına gelmiş ve gittikçe büyüyerek, Balkanlara geçmiş, Orta Doğu memleketlerine geçmiş, Kuzey Afrika`yı baştanbaşa dolaşmış ve büyük bir imparatorluk olmuş.
Her gittiği yere insanlık götürmüş, adalet götürmüş, ilim götürmüş, irfan götürmüş. Hiçbir zaman gittiği ülkenin milletine, ırkına, diline, geleneklerine ve dinine karışmamıştır. Hatta İstanbul`u aldığı zaman 1453 senesinde, o tarihte dahi, dini kuralların çok ağır olduğu zamanda dahi, İstanbul`da yaşayan Hıristiyanların dinine karışmamış ve serbest bırakmıştır.
Türk Milleti katliam yapmamıştır ve gittiği ülkeleri imar etmiştir. Nitekim bu yüzdendir ki, Anadolu toprakları çok fakir kalmış fakat diğer ülkeler daha çabuk kalkınmışlardır. Buradan elde edilen gelirlerle o ülkelere hizmet götürülmüştür.
Türk Milleti kendisine dokunulmadıkça, kendisine kötülük yapılmadıkça hiç bir fena muamelede bulunmamıştır. Türk Milleti farfaracı bir millet de değildir. Bakınız bunun en iyi misalini burada görüyoruz. 278 masum çocuk, kadın, erkek, ihtiyar katledilmiş. Bu tarih kitaplarında yerini almış, canlı şahidi de (İsmail Gürcan) halen yaşıyor, yanımızda. Buna rağmen bunu ülkelerine bir propaganda vesilesi yapmamış, sinesine çekmiş ve acıyı içine akıtmış.
Ermenilerin asırlar boyu, Türklerle yan yana yaşadığı devirlerde onlarla iyi ilişkiler kurmuş, ama o Ermeniler, içlerindeki hainane maksatlarını daima saklamışlar ve zamanı gelince de ortaya çıkarmışlardır. Nitekim birinci cihan harbinde Türk orduları mağlup olunca, derhal harekete geçmişler ve buraları Ermeni topraklarıdır diye buraya sahip olmak için ellerinden gelen bütün çabayı sarf etmişlerdir. Ona da muvaffak olamayınca katliama girişmişler, bu bir tanesi. Dün Iğdır`daydım. Iğdır`da da çıkmış. 150 küsur kişilik toplu mezar orada çıkmış. Daha da çıkacaktır. Biz bunları dünya kamuoyunda anlatmadığımız içindir ki, Ermenilerin maksatlı olarak başlattıkları" Türklerin Ermenileri katliamı" diye yapılan propagandalar karşısında sessiz kalmışız.
Bu katliamdan sonra dahi, Türkler yine hiçbir şey yapmamış, ancak buradaki Ermeniler bizi arkadan hançerliyor. Savaş sırasında arkamızdan vuruyor diye, o zaman bizim olan Suriye`ye ve Lübnan`a oralara göç ettirmiş, mecburi iskâna tabi tutturmuş. Ama görüyoruz ki, dünyada suskun durmak, bizim gibi ağırbaşlı durmak bazen iyi netice vermiyor. Onlar nasıl başka ülkelerin topraklarında Ermenilere yapılan katliamı dile getirmek için çeşitli abideler dikiyorlarsa, biz katliamın yerinde, katliamların yapıldığı yerlerde bu abideleri dikmek suretiyle onlara gerekli cevabı vermiş olacağız
Bugüne kadar, böyle bir abidenin dikilmemiş olmamasından üzüntü duyuyordum. Ama hiç olmasa şu ufak abidenin yapılmasıyla üzüntüm kısmen hafifledi. Eğer dün söylediğim gibi Iğdır`da ve diğer yörelerde de böyle abideler dikilecek olursa, bunu biz bütün dünyaya göstermiş olacağız.
Şimdi bu abideyi yine maksatlı olarak, yanlış takdim eden ülkeler var. Bir kaç gün evvel basınımızda çıktı. Yunanistan`da çıkan bazı gazeteler, bu çıkan 278 vatandaşımızın Ermenilere ait olduğu söylenmekte. Hâlbuki onlarla beraber meydana çıkarılan eşyalar gösteriyor ki, bunlar halis Türk`tür ve buranın halkıdır. O zaman yapılan katliamda 8–10 kişi kalmış. Sonradan onlarda vefat etmiş, bir tane canlı şahidimiz duruyor.
Şimdi Yunanlılar tabi Ermenilerle işbirliği yapıyor. Çünkü onlarda birinci cihan harbinden sonra Anadolu’yu işgal ettiler ve Türk orduları karşısından çekilirken bütün şehirleri yıkıp, katliam yapıp öyle gittiler. Onlar da aynı taktiği uyguladılar. Onun için şimdi burası ermenidir. Türk mezarı değildir. Ermenilere aittir diyorlar ve utanmadan da bunu söyleyebiliyorlar.
Bunu çürütmemiz lazım. Derhal bu propagandayı çürütmezsek, aleyhimizde kullanabilirler. Onun için bu deliller ortadan kalkmamalı. Burada şehitlerin yanından çıkan malzemeler, eşyalar iyi saklanmalı ve bu suretle dünyaya bunu anlatabilmeliyiz.
Bu abide bu şehitler için az. Daha büyüğüne layıklar. Fakat şimdilik biz bunun yapılmasını takdirle karşılıyorum. Ve bu şehitlerimizi bu şekilde anmakla, hiç olmazsa görevimizi yerine getirmiş oluyoruz. Bu anıtın yapılmasında emeği geçenlerin hepsine teşekkür ediyorum ve bu şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyorum".
3. Katliamın sebebi veya sebepleri nelerdir?
Bu husustaki Ermeni propagandası, Türklerin yaptıklarına karşı misilleme bulunduğu yolundadır. Yani Türklerden intikam almışlardır. İntikam, kişinin yada bir topluluğun maruz kaldığı haksızlıklara karşı yapmış olduğu eş değerdeki bir harekettir. İntikam yada öç alma, asla tasvip edilmeyecek bir davranış olarak kabul edilmekle birlikte, yapıldığı zamanda bir mantığa dayanır. Bu mantık, "göze göz dişe diş" tir, yahut "kana kan"dır. Ermeniler, Türklerden kendi yaptıkları ölçüde vahşice tecavüzler görmüşler miydi? Bu soruya olumlu cevap verebilmek için hiç bir delil yoktur. Ermenilerden öldürülenler, ölenler olmuştur. Fakat bunlar, Devlete isyan etmiş şakilerdir. Hastalıklardan, tehcir sırasındaki yol şartlarından ölenler de olmuştur. Türkler, kadın, büyük küçük ayrımı yapmadan Ermenileri topluca öldürmüş değillerdir. Şu halde mesele bir kan davası değildir ve sırf öç alma duygusuyla Ermenilerin Türkleri öldürdüğü söylenemez.
Bu soykırımın gerçek sebebini açıklaya bilmek için 1917 sonraları ile 1918 başlarındaki siyasi gelişmelere değinmek gerekmektedir. Bilindiği gibi 7-8 Kasım (1917) gecesi Bolşevikler bir darbe ile Rus hükümetini devridirler ve iktidarı ele aldılar. 8 kasım 1917 de yayınladıkları Barış Deklaresi ile " ilhaksız ve tazminatsız bir barış" istediklerini bütün dünyaya ilan ettiler.
Son derece makul ve insancıl görülen bu istek, hattı zatında Rusların batıda Almanlara kaptırdıkları topraklara yeniden kavuşmayı amaçlıyordu. Yoksa Doğuda savaşın başından beri Rus birliklerince işgal olunan Türk topraklarını boşaltmak gibi bir iyi niyet gösterisi olmadığı daha sonra anlaşılacaktır. Nitekim Mart 1917 den itibaren Doğu cephemizde, karşımızdaki Rus birlikleri çökmüş, Rus askerleri ihtilal havası içerisinde savaşmak istemediklerini açıkça söylemeye başlamışlardı. Yani Rusya Doğu Anadolu`da işgal ettiği Türk topraklarını elde tutabilecek durumda bulunmuyordu. Bu sebeple Ermenileri silahlandırdılar ve teşkilâtlandırdılar. İttifak Devletleri ile Ruslar arasında 20 Aralık 1917 de Brest Litovsk`ta başlayan barış görüşmelerinin ilk devresinde Rusların bu niyeti açıkça belli oldu. Brest Litovsk görüşmelerinin 7 Ocak 1918 de açılan ikinci devresinde müzakereler devam ederken, 13 Ocak 1918 de Petrotgad`da Pravda gazetesinde Lenin ve Stalin imzalı "13 Nolu Dekre" diye ünlü bildirge yayınlandı. Bu bildirgenin esası şudur :
"Milletlerin kendi mukadderatını kendi tayin hakları" formülü tatbik edilecek, Bolşeviklerin tabiri ile Türk Ermenistan`ında, yani Doğu Anadolu Bölgesinde referandum/Halk oylaması yapılacaktır. Bunu temin maksadıyla adı geçen bölgede derhal bir Ermeni Halk Milisi kurulacak, Türk Hükümeti tarafından Savaşın başında görüşülmüş ve türlü sebeplerle şuraya buraya dağılmış Ermenilerin yerlerine dönmeleri sağlanacaktır.
Ermeniler pekâlâ biliyorlardı ki nüfuslarının tamamını bu bölgeye toplasalar bile çoğunluk teşkil edemeyecekler ve yapılacak referandumda dahi lehlerine sonuç alamayacaklardır. Bu durumda en pratik çözüm bölgedeki Türk unsurunu azaltmaktır. Bu maksatla Türkleri katletmeye giriştiler, türlü vesilelerle onların bölgeyi terk etmelerini sağlamaya çalıştılar. İşte Ermeniler tarafından yapılan soykırımın budur ve bu soykırımın günahı, vebali de Ermeniler kadar 13 Nolu Deklareyi yayınlayan, bununla gerçekte kendilerine çıkar sağlamaya çalışan Rus Bolşeviklerine aittir. Nitekim Ermenilerin farkında olmadıkları bir husus vardı: Rusların asıl amacı, Ermenilere yurt kazandırmak değil, Ermeniler vasıtasıyla Doğu Anadolu`ya el koyup, buradan İskenderun körfezine inmek ve Akdeniz`e ulaşmaktı. Bu, çarların geleneksel politikaları idi ve bugün dahi değişmediği rahatlıkla söylenebilir.
Kısaca ifade etmek gerekirse Ermeniler, yaptıkları soykırımla iki amaca yönelmiş görünmektedirler. Birincisi görünürdeki amaçlarıdır, yani bir aldatmacadır. dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışmadır. Türkleri öldürmek suretiyle sözde onlardan intikam almaktadırlar.
Bu sebeple çok vahşice davranmışlar ve hatta işledikleri cinayetleri gizlemeye dahi gerek duymamışlardır. Böylelikle kendilerine yapılmış olduğunu iddia ettikleri zulmün ne derece büyük olduğunu göstermeye çalışmışlar, maalesef bunda başarılıda olmuşlardır. Dünya kamuoyu I. Dünya Savaşı yıllarındaki bu hadisenin bir "kana kan" boğuşması olduğuna inanmış, gerçek sebebin farkına varılamamıştır. Hatta bizde bile bazı çevrelerde bu kanı muhafaza olmuştur. bir yazarımızın şu sözlerine dikkat çekmek isterim:
"Birinci Dünya Harbi içindeki karşılıklı Türk- Ermeni boğuşması ve hesaplaşması, öyle sanıyorum ki insanlık tarihinin unutulması daha iyi olacak bir sayfasıdır. Bunun ilk ve asıl sorumlusu hangi taraftı? Kimlerdi? Gene sanıyorum ki bu suallerin cevaplarını araştırmak ve ebediyen unutmak daha doğrudur." Bu yazarımızın görüşleri bizce büyük bir hatadır ve bu düşüncenin sonuçları ortadadır.
İkinci ve asıl sebep ifade etmeye çalıştığımız gibi Türk unsurunu azaltmak veya tamamen yok etmektir. Ermeniler bu maksatlarını gizlemeyi başarmışlardır".
Bu mezalimde batı dünyasının da etken olduğu muhakkaktır. Özellikle 1850 den sonra Osmanlı Devletinin parçalanması senaryolarında Avrupa ülkelerinin Osmanlı Devleti içersindeki azınlıkları kullanmaları, Ermenilerin ayaklanıp terör hareketlerine başlamalarını bağımsızlık yolunda atılmış adımlar olarak algılamaları ve yansıtmaları 1915` de ortaya çıkan dehşet manzarasının ana nedenlerindendir.
Yukarda verdiğimiz belgeler, bulgular ve değerlendirmeler, Alaca Köyünün dolayısıyla Türk insanının tamamen haksız ve tarihi dayanaklardan yoksun Ermeniler tarafından insanlık tarihinin anmakta zorluk çekeceği bir katliamla, bir soykırımla yok edilmek istendiğini, hiç bir tartışmaya gerek kalmayacak şekilde ortaya koymaktadır. Tarihinin hiç bir döneminde böyle bir kara sayfayı barındırmayan Türk Milletinin neden böyle bir haksızlıkla yüz yüze getirildiği aslında bizlerin değil, bütün bir dünyanın bizlere açıklaması gereken bir utanç tablosudur.
Bayburt Üniversitesi Rektör Yardımcısı
İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekan V.
- Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Türk-Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı
- 1 İbrahim Atalay “Erzurum Ovası ve Çevresinin Jeolojisi ve Jeomorfolojisi”, Atatürk Üniversitesi yay. no. 543, Edebiyat Fakültesi Yay. No:91, Arş. Kit. Ser. No: 81, 1978, s.55.
- DMİ, Ortalama ve Ekstrem Kıymetler Meteoroloji Bültenleri, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1974.
- İbrahim Atalay, Erzurum Ovası ve Çevresinin Fiziki ve Tatbiki Fiziki Coğrafyası, (Basılmamış Doktora Tezi), Erzurum, 1978, s.286.
- Sırrı Erinç, Doğu Anadolu Coğrafyası, İstanbul Üniversitesi., Coğrafya Enstitüsü Yay, No: 13, İstanbul, 1953,s. 106-107.
- Selami Kılıç, Türk Sovyet İlişkilerinin Doğuşu, İstanbul, 1998, s.15 vd.; Erzurum’un Rus İşgaline Düşüşü İle İlgili Daha Detaylı Bilgi İçin Bkz. Mevlüt Yüksel, I. Dünya Savaşı’nda Erzurum’un Rus İşgaline Düşüşü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Erzurum, 2006.
- İbrahim Ethem Atnur., Muhteriyet Arafesinde Nahcivan 1999, .12-21; Haluk Selvi, Milli Mücadelede Erzurum (1918-1923), Ankara, 2000, s. 4-5.
- Kazım Karabekir, Doğunun Kurtuluşu (Haz. E. Konukçu) Erzurum, 1990, s.124.
- Kazım Karabekir, Doğunun Kurtuluşu, s.131–132
- Askeri Tarih Belgeleri Dergisi (ATBD) 83 (1983) 126, Belge 1929.
- ATBD 83 (Mart 1983 ) 222, Belge 1936
- ATBD 81 (Mart 1982) 454, Belge 1881
- ATBD 77 (Nisan 1987) 454, Belge 2065.
- Kazım Karabekir, 1. Kafkas kolordusunun 334 senedeki Harekâtı ve Meşhudatı Hakkında General Harbord Riyasetindeki Amerika Heyetine Takdim edilen Raporun Suretidir. Erzurum–1335
- Bu heyet 1918 yılın da Emniyet-i Umumiye Müdürlüğü tarafından teşkil edilerek Erzurum`a gönderilmiştir
- D.Ali Akbulut, ”Ermenilerin Alaca Köyünde Yaptıkları Soykırım” Tarih Yolunda Erzurum 19 (Kasım 1989) 5 vdd.
- Cevat Başaran, ”Doğu Anadolu’da Toplu Mezar Kazıları, Bulgu ve Belgelerle Tarihi Gerçekler” Yeni Türkiye 38 (2001) 1004
- D.Ali Akbulut, A.g. m.
- Anadolu Ajansının Basına Geçtiği Bülten ( Prof. Dr. Enver Konukçu`nun özel arşivinden alınmıştır.)
- Tercüman Gazetesi 17 Eylül 1982
- Justin McCarty, Ölüm ve Sürgün (Çev. B. umar) İstanbul, 1998, s.244
- Anadolu Ajansının Basına Geçtiği Bülten ( Prof. Dr. Enver Konukçu`nun özel arşivinden alınmıştır.)
- Bu metin Prof. Dr. D.Ali Akbulut tarafından 1986 yılında hazırlanmıştır.(Prof. Dr. Enver Konukçu özel arşivi.)
- Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Selami Kılıç Türk Sovyet İlişkileri, s.32-35; Henri Barbusse, u.a, Der Kompf der Sowjet- Unıon un der Friden Eine Dokumentensommlud (1917-1929) Berlin 1929, s. 23-25
- Bu konuda bkz., Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılap Tarihi, III/4 Ankara. 1983, 111/4; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1990 368; Kılıç, Türk Sovyet İlişkileri, s.236–241 İbrahim Ethem Atnur, Osmanlı Yönetiminden Sovyet Yönetimine Kadar Nahçıvan (1918-1921), Ankara, 2001, s.9